Ne kadar düşünürsem düşüneyim, işin ucu hep kendimi sevmediğim gerçeğine çıkıyor. Mum ışığı gibi kendimi ısıtmaktan öteye gidemeyeceğim gerçeğini gördükçe daha bir sevmiyorum kendimi. Sahi, çevremdekileri daha nereye kadar uzaklaştırabilirim? Hem onlar ne kadar sabır gösterebilirler ki?
Nazım Hikmet’in söylediği gibi;
“Çekilmez bir adam oldum yine! Uykusuz, aksi, lanet!”
Şimdi bu kendimi sevmeme konusunu açmam gerekirse eğer, bunun sorumluğu direkt olarak benliğim değil aslında. Yaptığım iş, yaşadığım şehir, tanış olduğum insanlar, yavaş yavaş dökülen kıvırcık saçlarımı taşıyan kafamın içinde dönenler de buna etkenler. Zaten geçirdiğimiz dönem bizi bir çok açıdan değişmeye zorluyorken, ben bu değişime olması gerektiği kadar ayak uyduramadığım gerçeğini kabulleniyorum özetle.
Bazen.. Bazen ne kadar sinir bozucu olduğumun farkına varıp, artık bir şeyleri düzeltmek için çok geç kaldığımı düşünmek, iyiye doğru koşarken hızımı kesiveriyor bir anda. Bazen de adalet için ettiğim kavganın kıymetimi ne kadar törpülediğini, bir şeyleri mantığa oturtacağım diye kaç kadehi, ne kadehi be! sürahiyi paramparça ettiğimi düşününce yok olmak istiyorum. Keşke yok olsam gibi değil, keşke hiç olmasaydım gibi. Hem böylece hayatına dokunduğum insanlar, varlığım ile yokluğumu kıyaslayamazlar, yarar/zarar hesabı yapamazlardı. Ben de olmadığım bir ortamın ya da durumun farkına varıp, “keşke olsaydım” diyemezdim. Ama var olunca, “keşke olmasaydım” diyebiliyorum işte.
Diyorum ya kendimi sevmiyorum. Ben aslında insanlara baskı kuran, bencil, nankör, sünepe, yalaka ve yapmacık insanları sevmem. Kendimi sevmiyorum diye ben de bu saydıklarım gibi miyim? Hiçbir değilsem bile bencil olduğum kesin. Hatta nankör bile diyebilirsin bana. Ben de bazen, hatta çoğu zaman diyorum zaten.
Nazım Hikmet’in söylediği gibi;
“Ve beni çileden çıkarıyor büsbütün; kendime karşı duyduğum nefret ve merhamet.Çekilmez bir adam oldum yine Uykusuz, aksi, lanet!”
Eskiden ağlamanın insanı temizlediğini düşünürdüm, artık böyle de temizlenemediğimi hissettiğim için sevmiyorum kendimi. Geç kalmışlık hissinden kurtulamamak, bir şeyleri düzeltebilecekken, belki de daha beter bir hale sokmak tam da benlik, değil mi? Bence öyle. Kendimi biraz sevsem, biraz değişebilsem nasıl olurdu acaba?
Yalnız olmadığımı bilsem de, bu duyguyu tek yaşıyor olmak yeteri kadar düşündürüyor hem. Yarım yamalak, idare eden ve defolu bir çocukluğun ardından, ne yetişkin olabilmiş, ne de çocuk kalabilmiş kim bilir kaç kişiyiz.
Ha bir eksik, ha bir fazla.
Hiç.